Son Dünya devresi

Son (şimdiki) Dünya devresi; ‘Dünya Okulu’nun, yani bir okul işlevi gören Dünya gezegeninin, sayısız inkişaf devrelerinden, ‘Mu devresi’nin 70 bin yıl önceki kapanışıyla başlamış, 2059’u izleyen yıllardan birinde bitecek olan, içinde bulunduğumuz devresidir. (304, 293, 306, 263, 291, 282) Dünya devresi

Dünya devreleri

Dünya gezegeni’, Güneş Sistemi içinde bir organdır ve onun da, diğer bütün organlar gibi, belirli hayat devreleri, ‘inkişaf’ safhaları, inkılâpları, etraftan ve yukarılardan aldığı sayısız ‘tesirler’le bozulan ve tekrar kurulan denge durumları vardır. (249) Dünya gezegeni, aynı zamanda, her inkişaf devresi sonunda, yetiştirmiş olduğu mezunlarını yüksek kurumlara sevk etmek üzere kapılarını arkalarından kapayan, gidenlerin boşalan yerlerine yetiştirilmek üzere yeni gelenlere kapılarını açan ve bu suretle devrî (devresel, periyodik) öğrenim dönemleri olan bir okul işlevi görmektedir. (293, 249, 187) Böylece dünya, her defasında, kendisinin bir devrelik bütün inkişaf imkânlarından faydalanan insan varlıklarının, ‘hidrojen âlemi’ndeki tekâmül hazırlıklarını bitirmelerine, ‘liyakat’ kazandıkları, muhtaç bulundukları yüksek âlemlere, kitleler hâlinde intikal etmelerine ve hidrojen âleminden tamamen kurtulabilmelerine zemin hazırlamaktadır. (306)

Her devre sonunda Dünya’nın bir inkılâbı olur ve bu, dengesinin önce bozulması, sonra yeniden kurulması şeklinde meydana gelir ki, 70 bin yıl önceki dünya inkılabı olaylarında, yani bir önceki kıyamette (Kıyamet sembolü), o zamanlar mevcut iki kıta batmış, bir devre daha kapanmış, mezun olan varlıklar yarı-süptil âleme geçerek hidrojen âlemini terk etmiş ve sağ kalan insanların ilkel bir hayata geçtikleri, içinde bulunduğumuz devre başlamıştır. (255, 256, 257, 258, 249). Mu devresinin kapanmasıyla bundan 70 bin yıl önce başlayan, içinde bulunduğumuz devre de 2059’u izleyen yıllardan birinde kapanacaktır. (263, 257, 304, 282, 306 İnkılap ve intikal devri. Yani dünya, bir inkişaf devresini daha bitirmek, yüz binlerce defa tekrarlanmış olan bu açılış ve kapanışlarına bir tanesini daha eklemek üzeredir. (306) ‘Yüksek prensipler’ muvacehesinde (karşısında, önünde) dünya için takdir olunmuş bulunan bu hâl, sayısız defa tekrarlanarak sürecektir. (306)

Devremizin başlangıcı

Mu kıtasının ve Atlantik Okyanusu’ndaki bir kıtanın 70 bin yıl önce batması ndan önceki ‘Mu devresi’nde insanlık ileri bir uygarlık seviyesinde bulunmaktaydı. (249) O devre sonunda yaşanan kıyametten sonra, yani o iki kıtanın batmasıyla devrenin kapanmasından sonra, sağ kalan insanlar; geçirdikleri inkılap olaylarının yarattığı şok etkisi sonucunda, büyük uygarlıklarına ait her şeyi unutmuş olarak, hafızalarında ne geçmiş bilgilerinden, ne ilimlerinden, ne tekniklerinden, ne kabiliyetlerinden, ne alışkanlıklarından, ne de kendi eski kimliklerinden hiçbir şey kalmamış bir hale, kısaca yalnız içgüdüleriyle hareket eden ilkel ve vahşi insanlar hâline dönüşmüşlerdi. (256, 291, 292, 287)

Nuh tufanı, ‘Dünya Okulu’nun bir inkişaf devresinin kapanıp, yeni bir inkişaf devresinin açılmış olduğunu, geçmiş devrenin 70 bin yıl önceki kapanı şında meydana gelen, iki kıtanın batı şını ifade eder. (258, 257, 249) Mu devresi kapandıktan sonra dünya ilkelleşti ve vahşileşti. (256) Dünyada kalan insanlar iki etki altında basitleştiler: (256)

Bunlardan biri, büyük katastrof esnasında meydana gelen, –kendileri için– çok korkunç olaylardı ki, bunlar, o sağ kalan insanların sinir sistemleri üzerinde şok etkisi yaparak onları delirtmişti. ( 256-257)

Daha önemli olan ikincisi ise, bu işteki büyük vazifelilerin yüksek icaplara göre hazırladığı bir inkişaf plânının zaruretiydi:

Yeryüzünün en ilkel, amorfa en yakın (yani insan elinden çıkma yapay oluşumların bulunmadığı, bâkir) ve en basit bir halde olacağı yeni bir devrenin başlaması gerekiyordu. (257) Çünkü insan-altı beden inkişaflarını tamamlayıp “ilk insanlık” inkişaf kademelerine başlamak üzere bekleşen sayısız varlık mevcuttu. (257) İnsan-altı kademeleri. Onlar ‘insanlık safhası’ndaki inkişafları na dünyaya en ilkel insan hâlinde inerek başlayacaklardı. (257) Oysa dünya, böyle bir inkılap geçirmeden ve yeni geleceklerin ihtiyaçlarına uygun olabilecek basit hâllere geçmeden bu ilkel varlıklara bir melce (iltica edilecek yer, barınak), bir tekâmül zemini olamazdı. (257) Mesela onlar bugünkü gibi ileri bir dünyaya gelselerdi, burada tekâmül etmek şöyle dursun, yaşayamazlardı bile. (257) Dolayısıyla onların muhtaç oldukları inkişafları yapabilmeleri için, en basit maddelere ve bu arada en ilkel anne ve babalara lüzum vardı. (257) Aklı başında, az çok şuurlu, idrakli insanlardan böyle bir sürü vahşi ve yamyam çocuklar doğamazdı ve onlar bu insanlar arasında yaşayıp tekâmül edemezlerdi. (257) Bu, hem çocuklar için mümkün değildi, hem de anne ve babalar için. (257) Bu çocuklar, basitlikleri, ilkellikleri, görgüsüzlük ve tecrübesizlikleriyle dünya hayatının insanlık safhasına ilk adımlarını atacak varlıklardan oluşacaktı. (257) Dolayısıyla onlar dünyaya ilk insanlık karakteri olan “vahşet devrinin özellikleri”nde yaşamak, o devrin imkânlarının sunabileceği deneyimleri geçirmek ihtiyacı içerisindeydiler. (257) Şu hâlde onlara vahşi maddeler, vahşi çevreler, vahşi bitkiler, vahşi hayvanlar, vahşi anne ve babalar lazımdı. (257) İşte kâinattaki genel tekâmül ve inkişaf mekanizmasının mâşerî icaplarına göre, katastrofta sağ kalanların, üzerlerine otomatikman yüklenecek bu analık-babalık vazifelerini hakkıyla yapabilmeleri için de, insanlık safhasının ilk kademelerinin insanları hâline inmeleri, basitleşmeleri icap etmekteydi. (257)

Mu dünyasından şimdiki dünyaya devredilen bu insanlarda 70 bin yıl boyunca, zamanla, ‘içgüdüler’ yerlerini yavaş yavaş sezgilere, sezgiler de idraklere bırakmış ve insanlık, bu en basit ve en ilkel devirden itibaren, çok uzun bir tekâmül seyrine tâbi olarak, çeşitli inkişaf merhalelerinden geçerek, yetmiş bin yıl sonra bugünkü uygarlığa ve bugünkü seviyeye ulaşabilmiştir. (257, 291-292) İşte içinde bulunduğumuz devrenin başlarında insanlık, bu şartlardan, yani en ilkel hayat şartlarından başlayarak, “taş devri, demir devri, tunç devri” gibi adlar verilen uzun devirler ve birtakım çağlar geçirdikten sonra bugünlere gelebilmiştir. (256, 291- 292) Devremizin insanları insanlık safhasının en ilkel kademelerinden itibaren başladığı inkişaf sürecini artık tamamlamak üzeredir. (306, 57) Yani Dünya, Mu devresinin kapanışından bu yana bir inkişaf devresini daha bitirmek, yüz binlerce defa tekrarlanmış olan bu açılış ve kapanışlarına bir tanesini daha eklemek üzeredir. (306)

İlk zamanlar ya da ilk devirler veya içgüdü devirleri ve insanlık safhasının ilk kademelerindeki otomatizma

İlk insanlarda, yani insanlığın ilk kademelerinde, sonraki tekâmül kademelerine nazaran en bâriz olan şey; idrak noksanlığından ileri gelen bir ‘otomatizma’nın hâkimiyetidir. (197) O, çoğu zaman, yaptığı işin ancak ya yarı idrâkine varmış ya da hiç idrakine varamamış durumdan daha ileri bir kudret gösteremez. (197) Hatta bu durum, insanlık safhasının oldukça ileri kademelerine kadar birçok halde böyle devam edebilir. (197) “Tam idrak”, tüm insanlık safhası boyunca oluşmaz. (197) Zaten bütün bu otomatizmaların gayesi de insanları, vazife bilgisi ve idrakine hazırlamaktır. (197)

“İdrakin kendi kendisine müdahalesi”, ‘insanlık hayatı’ başlangıcında ancak dış müdahalelerle ve yardımlarla mümkündür. (165) İnsanlar ilk devirlerde her şeyi otomatik ve idraksizce yapıyorlardı. (165) O yüzden insanlar buna “içgüdü” demişlerdir. (165) “İlk zamanlar” da (ilk devirlerde), üst mâşerî plânların insanlar üzerinde daima müdahalesi olmuştur. (165) Fakat buradaki müdahale ifadesi yanlış anlaşılmamalıdır. (165) Buradaki müdahaleden maksat; yönlendirmek, organize etmek, programlamaktır. (165) Bundan daha aşırı mânâdaki müdahaleler insanlık safhasındakilere yapılmaz. (165) İşte “ilk zamanlar” daki bu dışarıdan (insanlara kendi öz varlıklarından değil de, vazifelilerden) gelen vibrasyonların idrakteki klasik ifadesi ‘içgüdüler’dir. (165) Fakat insanlardaki bu içgüdüleri, hayvanlardaki daha ağır ve kaba otomatizmalardan (hayvanlardaki içgüdülerden) ayrı tutmak gerekir. (165) Çünkü bu iki otomatizma arasında geniş mahiyet farkı vardır. (165) İnsanlığın ilk kademelerindeki ‘otomatizma’yı hayvanlık otomatizmasından ayıran özgürlük ve serbestlik hâli, hayvanlarda mevcut olmayan ‘sorumluluk’ duygusunun ve idrakinin insanlarda –bir sezgi hâlinde de olsa– doğmaya başlamış olduğunu gösterir. (102)

İnsanlık safhasının ilk kademelerindeki bir insanın önüne birtakım çekici veya itici ağır olaylar sürülerek, idrak ve iradesinin ‘inkişaf mekanizması’nın üst unsuruna otomatikman (otomatik olarak, otomatik yoldan) yönelmesi sağlanmaya çalışılır. (105) Doğal olarak az çok zorlayıcı bir karakter taşıyan bu hâl, serbest iradeyle yönelmede (üst kademelerde) olduğu gibi pek kolaylık içinde cereyan etmez. (105) Aksine burada otomatizmanın zaruretlerinden olarak, ortaya sürülecek sayısız olayın genellikle ıstıraplı ve sıkıcı olan mahiyetleri o insanın iradesini yola sokuncaya kadar, ona pek çok zahmet, azap, hatta icap ediyorsa işkence ve ölümler hazırlar; tâ ki onun, kendi serbest hâliyle kullanamadığı iradesi, istenilen üst unsura yönelebilecek kudreti kazanmış olsun. (105)

Dünyada “son zamanlar”a (son devirlere) doğru iyice kendini gösteren ve büyük din kurumları ile diğer bir sürü mâşerî durumu meydana getiren vazifeli varlıkların müdahaleleri, devrenin ilk devirlerinde bu kadar açık ve kapsamlı olarak görülmüyordu. (164) Çünkü ilk devirlerdeki insanlıkta idrakler daha yeni yeni inkişafa yüz tutmuş olduğundan, insanların böyle büyük mâşerî tekâmüllere pek ihtiyaçları yoktu. (164) İdrâkleri henüz “otomatik sezgi” kademesinde bulunan ilk insanlar, topluluk hayatından ziyade ferdî hayatlar geçiriyorlardı. (164) Rastlanan küçük topluluklar ise bugünkü mânâda anlaşılan büyük mâşerî topluluk kavramlarından çok uzak ve bambaşka topluluklardı. (164) O zamanların bu gelip geçici toplulukları da, açlık kaygısı, korku içgüdüsü, cinsel ihtiyaçlar gibi çok basit birkaç içgüdüsel sezgiden ileri gelen ihtiyaçlar altında oluşmaktaydı. (164) Bu basit inkişaf kademelerinde insanların kapsamlı mâşerî hayatları henüz kurulmuş değildi. (164) Bu da idraklerinin böyle bir durumu meydana getirebilme kudretinden yoksun bulunmalarının bir sonucuydu. (164) Yâni idraklerde, gerekli olan toplayıcılık, kuruculuk ve idarecilik kudretleri, henüz, bireyleri bir araya getirip belirli bir hedefe doğru ortak faaliyetleri kuracak ve onları sevk ve idare edecek kadar oluşmuş bulunmuyordu. (164) ‘Vicdan’ düalitelerinin denge seviyeleri daima nefsaniyet sahalarında kurulan bu ilk insanlar, uzun zaman boyunca alt realitelerde sürünmek mecburiyetinde kalmışlardı. (164-165) Çünkü ‘insan-altı kademeleri’ndeki otomatik yürüyüşlerinden yeni ayrılmaya başlamış olan ilk insanlar, ileride edinecekleri geniş çaptaki özgürlüklerinin kendilerine kazandıracağı, bedenlerine idrakleriyle direkt olarak müdahale edebilme imkânlarına henüz sahip değillerdi. (165)

Eğer kendi başlarına bırakılsalardı inkişaf mekanizmalarının (inkişaf mekanizması) denge seviyelerini üst kademelere kendi kendilerine yükseltemezlerdi. (165) İnsan-altı kademelerindeki otomatik yürüyüşlerinden yeni ayrılmaya başlamış bulunan bu ilk insanlara bu yüzden, dış ferdî müdahalelerin lüzum ve zaruretleri bir süre daha devam etmiştir. (165) Yani, inkişaf mekanizmaları nın denge seviyelerini yukarılara çıkarabilmelerini sağlamak maksadıyla, ilk insanların idraklerine “dışarıdan (vazife plânı vazifelilerince) ferdî müdahaleler”de bulunulmaya bir süre daha devam edilmiştir. (165) Doğal olarak, idrakler kendilerini toparladıkça, yani ‘görgü ve tecrübe’lerle kapsamlarını genişlettikçe özgürlükleri artmış, o oranda da dış müdahaleler idraklerin daha ziyade, “kendi inkişaf mekanizmalarına bizzat kendilerinin müdahale edebilme imkânlarını arttırma” yönüne yönelmiştir. (165)

İlk kademelerde ya da devrenin “ilk zamanlar”ında vicdan ve idrak

“Otomatik vicdan safhası”, insanlık safhasının ilk kademelerine, insanların “ilk zamanlar”ına (ilk devirlerine) aittir. (101) Bu insanlara (ilk kademelerin, devirlerin insanlarına) hatalı olarak, “henüz vicdanları inkişaf etmemiş” diyenler bulunabilirse de, bu yargı, vicdan düalitesine ilişkin geniş kapsamlı bilgi içinde yanlıştır ki; bu da bu kademelerin insanlarındaki düaliteyi açık olarak görememenin sonucudur. (101) İnsanlık safhasının ilk kademelerindeki vicdan mekanizması ne kadar bâriz olmasa da ve ne kadar otomatik görünürse de, yine hayvanlardakine nazaran az çok idrakli hareketlerle zenginleşmiş haldedir. (101) Mesela, yavrusuna büyük bir sevgi bağıyla bağlı olan “ilk insan kademesi kadını”nın (insanlık safhasının ilk kademesindeki bir kadının) idrâkinde, analık yükümlülüğüne ilişkin az çok güçlü duygular, sezgiler ve hatta bilgi kırıntıları vardır. (101) O, çocuğunu, bir hayvanın yavrusunu beslediği gibi, sadece kör içgüdülerine uyarak beslemez. (101) Çocuğunun hasta olmaması, rahatsız edilmemesi, ölmemesi için aklı erdiği kadar tedbirler almanın ve bu tedbirlere göre bazı fedakârlıklara katlanmanın lüzumunu kabul eder ve bu yolda cehit ve gayret gösterir. (101-102) Biraz büyüyen çocuğunu –hayvanların yaptığı gibi– silkip atmaz; aklının erdiği, bilgisinin yettiği kadar, onun eğitim ve öğretimiyle de meşgul olmanın lüzumunu idrak ettiğini gösteren davranışlarda bulunur ki, bu da, o yolda çocuğuna karşı bir analık borcuna ilişkin yükümlülüğünün bulunduğu sezgisine az çok varmış olduğunu gösterir. (102)

İnsanlık kademeleri ilerledikçe vicdan realitesine ait duygu, bilgi ve idrakler artar ve o oranda özgürlüklerin sınırı genişler. (102) İdraki genişledikçe insan; yapması ve yapmaması icap eden şeyleri daha iyi sezmeye başlar, onlara uymak mecburiyetini duyar; fakat böyle olunca da, bu kez yine bizzat kendisi, özgürlüğünü sınırlandırmak zaruretini duymaya başlamış olur. (102) İnsan bu suretle vicdan mekanizmasını gittikçe daha iyi idrak eder ve o oranda otomatizmadan kurtulur ki, bu da adım adım vazife sezgisine yaklaşmasını sağlar. (102)

İçgüdü devirlerinden sezgi devrine geçiş, “içgüdüler benzerliği”nin sona ermesi, kapsamlı toplulukların ve sosyal hayatın kurulması

İdrakler inceldikçe, içgüdüler yavaş yavaş daha zengin karakterler almaya başlar ve insanların “sezgi” dedikleri şekil ve hâllere girerler. (165) Dünyada “sezgi devri”nin başlamasıyla, yani ‘içgüdüler’in yerini yavaş yavaş sezgilerin almaya başlamasıyla, içgüdülerin artık yetersiz kaldıkları, dolduramadıkları boşluklar, yavaş yavaş sezgilerle dolmaya başlamış ve aynı zamanda, yüksek âlemlerdeki mâşerî plânların dünyadaki simetriği olan ve insanları bu mâşerî planlara hazırlayıcı bir işlevi olan sosyal hayat kurulmuştur. (165-166) Bu kuruluş sırasında, idraklerin inkişaflarına paralel olarak ve aynı zamanda bu inkişafların sonuçlarına bağlı olarak, bütünün cüzlere ayrılması (insanlık camiasında farklılıkların oluşması), parçalanmalar, organlaşmalar ve organizatör ihtiyacı başgöstermiştir. (166) Bu suretle, mahiyet, ihtiyaç ve zaruret zenginleştikçe de ilk devirlere mahsus, “bedenler arası benzerlikler” ve idraklerdeki içerik (muhteva) yetersizliğinden kaynaklanan “içgüdüler arası benzerlikler” ortadan kalkmıştır. Böylece gelişim sonucunda ortaya çıkan farklı durumlar, bedenlerde, artık daha önce olduğu gibi ufak nüanslarla değil, geniş değer farkları hâlinde kendini göstermiştir. (166)

Bu sosyal formasyonların (oluşumların, kurumların) başlamasıyla birlikte, en otomatik mânâsıyla olsa da, ferdî ve mâşerî topluluklar da başlamış, bazı fertler, bu topluluklara, türlü değer ölçüleri itibariyle (yani iyi ya da kötü, çeşitli şekillerde) önderlik etmişlerdir: Mesela “nefsanî önderlikler”, “vicdan safhası önderlikleri” ve belirli zamanlarda varılabilen büyük ve umumi inkişaf devreleri önderlikleri (geniş kitleleri ilgilendiren önderlikler) gibi önderlikler olmuştur. (166) İşte bu zaruret de, bazı insanlara hassas irtibat kabiliyetlerini kazandırmış, bu yüzden güçlü medyomlar gelmiş, belirli intikal (dönüşüm, geçiş) safhaları olmuş, kâinatın yüksek yollarına doğru bir bilgi, bir kavrayış ve uzanış sezgileriyle vazifeye hissî hazırlanma (vazife sezgisine hazırlık) plânları başlamış, nihayet “yakın geçmiş”lere doğru bu plânlar en inkişaf etmiş hâllerini almış ve sezişler cemaatlerde daha güçlü semboller ve reformlar hâlinde ortaya çıkmıştır. (166)

“İlk zamanlar”daki kültler

“Son zamanlar”a (son devirlere) doğru dünyada iyice kendini gösteren ve büyük din kurumları ile “diğer mâşerî bir sürü durum”u meydana getiren, vazifeli varlıkların (Bedenli vazifeli) müdahaleleri, devrenin ilk devirlerinde bu kadar açık ve kapsamlı olarak görülmüyordu. (164)

“İlk zamanlar”da (ilk devirlerde), insanlar, zaman ilerledikçe, özellikle idrâkleri genişledikçe, içinde yaşadıkları kaba maddelerin dar fizikokimyasal kuralları dışına taşmaya başlamışlar ve daha kapsamlı geniş idraklere dayanan birtakım yasa ve nizamların mevcut olabileceğ ine dair, ‘öz bilgiler’inden ‘şuur’larına sızan sezgiler ve içgüdülerle, varlıklarının (mevcudiyetlerinin) nedenlerini öğrenebilmek ihtiyacı içinde çırpınıp durmuşlardır. (161)

Bu “ilk zamanlar”da insanları ilk meşgul eden mesele, etraflarında görmekte oldukları şeylerin ve bu meyanda kendilerinin kimin tarafından meydana getirilmiş olması ve mukadderlerinin kimler tarafından idare edilmesi meselesiydi. (161) Tanrı kavramı, üst vibrasyonların yardımıyla insanların ‘öz varlık’larından kopup gelmiş bir ihtiyacın, idraklerinde beliren ilk güçlü yansımasıdır. (161) İdrakleri inkişafa yüz tutmaya başladıkları andan itibaren, insanlar bir “tanrı” aramaya başlamışlardı. (161) Fakat önceleri onların bu ihtiyaçları, değer bakımından henüz pek zayıf olan idrakleriyle oranlı olarak, basit durumda bulunuyordu. (161) Dolayısıyla o devirlerin insanı, tanrısını, ancak beş duyu organının sınırlı imkânları içinde aramaktan daha ileri bir kudret gösteremiyordu. (161) Onların bu ihtiyaçlarını cevaplandırmaya çalışan yardımcı varlıkların (Hâmi ve yardımcı varlıklar) gönderdikleri sezgiler de, o insanların ancak beş duyu organına hitap etmekte olan sembollerle mümkün olabilirdi. (161)

İnsanlar bu sembollerin ifade ve işaret ettikleri asıl mânâları anlayabilecek idrak seviyelerine henüz ulaşmış değillerdi. (161) Dolayısıyla ilâhî kavramların sezgileri insanlara ancak onların, etraflarında en kudretli olarak tanıdıkları şeylerle sembolleştirilerek verilmişti. (161)

Mesela “ilk zamanlar”da güneş sembolü tanrıyı temsil ederdi; bir ülkeyi ihya eden büyük bir “nehir”, yine böyle bir semboldü. (161-162) Bu semboller “ilk zamanlar”ın basit idraklerine bir süre yeterli gelebildi. (162) Fakat idrakler gittikçe değerleniyor, değerleri yüksek, ince madde kombinezonlarıyla (Madde kombinezonu) artan insan idrakleri artık bu sembollerle tatmin edilemez hale geliyordu. (162)

Kitabî dinlerin kuruluş devirleri

Bütün bu hâllerin sonucunda, vazife plânından, ilâhî bilgileri insanlara sunmak için vazifeli varlıklar dünyaya indiler ve dünyada kitabî dinleri kurdular. (162) Bu ‘dinler’in her biri, insan topluluklarının eksik taraflarını tamamladı. (162) Bu kitaplar sayesinde sembollerin mânâları biraz daha açıklanmış oldu. (162) Bu suretle beşeriyeti daha ileri bir inkişaf hâline getirmenin, “büyük mukadderat plânı”na göre çizilmiş yolları insanlara gösterildi. (162)

“İlk zamanlar”dan “orta zamanlar”a geçmiş olmakla birlikte, insanlar, dinlerin kurulacağı o devirlerde idraken henüz yeterli derecede donanmış değillerdi. (162) Dolayısıyla hepsi aynı kaynaktan, yani ‘vazife plânı’ndan gelen ve hepsi aynı derecede büyük, hakikatlerin izinde yürüyen dinler, çeşitli zamanlarda bu hakikatleri insanlara ancak anlayabilecekleri tarzda, çeşitli formlar içinde verebilmişlerdir. (162-163) İşte bu yüzden, peygamberler ve kurtarıcılar, insanlar arasında yayılması gereken ‘hakikatler’i, ancak sembol kullanarak yayabildiler. (163)

Dolayısıyla bütün büyük din kitapları, her biri birer hakikatin sezgisini taşıyan ve zamanlarına göre hesaplanarak tertiplenmiş bulunan güçlü sembollerle doludur. (163) Dinî semboller

Son (şimdiki) Dünya devresinin din kademelerine (devirlerine) erişmiş olan insanlar, daha önceki kademelerdeki durumlarına nazaran çok ilerlemiş bulunmalarına rağmen, henüz bugünkü anlayış ve görüş seviyelerine ulaşamamışlardı. (258) O zamanlarda insanlar, olayları bilgi ve idrak cephesinden ziyade his cephesinden mütalaa ediyorlar, olaylardan o yoldan faydalanıyorlardı ki, bu his cephesinin de başlıca unsuru korku idi. (258) Bugünkü insanların bile birçoğunda hâkim olan korku duygusu o zamanlarda vicdanlara tam mânâsıyla hâkim durumda bulunuyordu. (258)

Dolayısıyla insanlar “vazife bilgisi sezgisi”ne ait (ilişkin) hazırlıkları o zamanlarda ancak korkularının etkisi altında yapabilirlerdi ki, işte dinler de, insanların inkişafları için, korku içgüdülerinden yararlanmışlar, bazı önemli tekâmül ‘otomatizma’larını bununla kurmuşlardır; insanlar da korkuların etkisi altında vazife bilgisi sezgisine ait (ilişkin) hazırlıkları yapmaya başlamışlar ve nihayet bugünkü (1959 yılındaki) vazife sezgisi kudretine az çok erişebilmişlerdir. (258, 259)

Kudretli vazifeli varlıklarca kurulan ve mâşerî plânlar dahilinde kudretli etkiler gösteren büyük dinler, sağlam ve mazbut (muntazam) yaptırımlarıyla vicdanların yüksek seviyelere ulaşmalarını sağlamışlardır. (160) Dinler bu cepheleriyle, insanları vazife plânlarına hazırlayan vasıtalardandır. (160) Dünyanın bugünkü yüksek ve mütekâmil durumunu meydana getirmiş olup, büyük intikal devrinin (İnkılap ve intikal devri) ilk mâşerî hazırlıklarını sağlamış bulunan bu dinlerden her biri, kendi bünyesinde, zamanının çeşitli, değişik ihtiyaç, zaruret ve icapları na cevap vererek, insanlara, vazife plânına hazırlanmanın en uygun yollarını göstermiştir. (160) Her din, zaman ve icaplara göre direktifler, misaller, semboller ve bilgiler içinde verdiği derin sezgilerle insanları cehaletin karanlığından kurtarıp büyük ilâhî yola yöneltmiştir. (160)

Özetle, dinler, insanları bugün (1959 yılında) artık gelmekte olan dünyanın büyük intikal devrinin eşiğine yaklaştırmışlardır. (162) Dinler olmasaydı insanlık bugün bulunduğu mertebeden çok daha gerilerde bulunurdu. (162) İnsanların vazife plânına hazırlanmalarını sağlamak için bu alanda vazifelenmiş varlıklar vazifelerini başarıyla yapmışlardır. (162) Her din, insanlara, yaşadıkları realitelerinin en son imkân sınırları dahilindeki, idraklerinin varabileceği en üst sezgi sınırlarına kadar öğrenmeleri icap eden şeyleri öğretmiş ve vazifesini mükemmelen yapmış bulunmaktadır. (162)

Sembolsüz açık bilgiye ihtiyaç duyulan “bilgi, mantık ve idrak devri”

Kitabî dinler insanlara gerek sevgi, şefkat, yardımlaşma, affetme, hoşgörü, feragat, fedakârlık, iyilik, doğruluk, dürüstlük gibi sayısız faziletleri emretmek yoluyla, gerek hemcinslerine ve hatta hemcinslerinin dışındakilere karşı birtakım yükümlülüklerini yerine getirmelerini emretmek yoluyla ve gerekse ‘bencillik’, kin, haset, düşmanlık, intikam, kötülük, yalancılık, ikiyüzlülük, gasıplık (gasbedicilik), hırsızlık, canilik gibi sayısız reziletleri menetmek yoluyla, insanları bazen otomatik, bazen de yarı idrakli bir aydınlık içinde, yüksek idrak ‘plân’larına hazırlamışlardır. (163)

Fakat zamanla idraklerin üst ‘plân’a doğru inkişafları o kadar arttı ki, insanlarda dinlerin sembollerle vermiş oldukları sezgileri anlamak ve mânâlandırmak ihtiyacı şiddetle belirdi. (163) Bunu da bu dinlerin başarılarından biri olarak saymak gerekir. (163) Bugün artık insanlar bu sembollerin, kendilerinde uyandırmış oldukları yüksek sezgilerin –mümkün olduğunca açık– bilgilerine susamışçasına iştiyak duymaktadırlar. (163) Oysa, bu mânâları din kitaplarının başarıyla yerleştirmiş oldukları güçlü sembollerin içinden ayırıp çıkarabilmede insanların ancak yüzde 2’si veya yüzde 3’ü başarılı olabilir. (163)

Fakat direktiflerini daima ilâhî Plân’dan alan yüksek vazifeliler, insanların bugünkü iştiyaklarını ve yüksek ihtiyaçlarını gördüler: (164) İşte Büyük Vazife Plânının Dünya için vazifeli olan kısmının (Dünya idare Plânı) dünyaya bir hediyesi olan ‘İlâhî Nizam ve Kâinat kitabı’, tekâmüllerini ileri bir safhada sürdürmek ihtiyacı içinde susamış insanların şiddetle aradıkları ve bekledikleri bilgileri içermektedir. (164) Din kitapları tarafından, zamana ve icaplara göre, yüksek ‘hakikatler’in insanlara yetecek kadar sezgileri, güçlü semboller içinde verilmiş olup, “İlâhî Nizam ve Kâinat” kitabında da dünya inkılâbını (İnkılap ve intikal devri) sonuçlandıracak olan ve ön sezgileri daha önce verilmiş bulunan hakikatlerin açık bilgileri ve gelecek dünya-üstü âlemlerin de sezgileri yazılmıştır ki, bunlar (bu kitapta yazılanlar) büyük inkılâbın eşiğinde bulunan bugünkü dünyanın “son realite”si olacaktır. (164)

Bugün artık “korku ve his devri” değil, “bilgi, mantık ve idrak devri” hâkimdir. (260) Dolayısıyla geçmişte büyük dinlerin, hakikatler karşısında zorunlu olarak kullandıkları semboller, alegorik izah ve ifadeler, bugünkü idrakler karşısında istenilen sonuçları vermemektedir. (260) Bugün ‘hakikatler’in dünyaya açıkça, olduğu gibi belirtilmesi gerekmektedir. (260) Çünkü insanlar, “yüksek vazife ve ‘organizasyon’ âlemlerine açılan kapılarından bir tanesi” dünyadaki “insanlık mertebesi” olan hidrojen âleminin artık son kemal noktalarına ulaşmış ve bu muazzam âlemin kapısından dışarı çıkmak üzere, eşiğine adım atmış bulunmaktadırlar. (260, 261) Bu eşik ise ancak idrak ve bilgi olgunluğu ile aşılabilir. (260) Dolayısıyla artık insanlarca bilinmesi gereken birçok hakikati hiçbir sembole ihtiyaç duymadan açıklamak zarureti doğmuştur ve bunlar “İlâhî Nizam ve Kâinat” kitabında açıklanmıştır. (261, 163, 164, 260)

Devrin aynı zamanda inkılap ve intikal devri oluşu ve iki grup

İçinde bulunduğumuz devir; aynı zamanda, devremizin, kıtaların batışını da içeren, büyük dünya inkılabı değişimlerinin sona ermesiyle ve Dünya Okulu’ndan mezun olanların ‘sevgi plânı’na intikaliyle (geçişiyle) tamamlanacak, ‘inkılap ve intikal devri’ denilen son devridir. (286, 253, 256, 282, 294, 306, 160, 162) Dünyanın büyük nizam ve ahenginin kudretli tertipleri içinde bugüne kadar emekleyerek gelen bu devrenin insanları, artık bugün dünyadaki tekâmüllerinin zirvelerine ulaşmış bulunmaktadır. (276)

Mu devresinin son devrindeki tertipler, bugünkü, yani içinde bulunduğumuz devrenin bu son devrindeki dünya insanları için de tekrar edilmeye başlanmıştır. (282) Devremizin kapanışına ait olaylar (inkılap ve intikal devri olayları), Mu devresinin kapanışından önceki olaylarla, aralarında hemen hemen hiçbir değişiklik olmaksızın, paralel olarak cereyan etmektedir. (282-283) Mu devresinin son günlerine de o zamanki insanlar aynı yollardan hazırlanmıştı; aynı kıyamet alâmetleri onların son devrinde de kendilerini göstermişler ve insanlara pek çok şey öğretmişlerdi. (282) İnkılap ve intikal devri, tabiat şartlarında köklü değişikliklerin olacağı ve Dünya Okulu’nun mezuniyet adayları için eksik kalan son bilgilerin, gözlemlerin ve imanların kazanılacağı bir devirdir. (278)

Mu devresi sonlarında birbirinden büyük farklarla ayrılmış iki gruptaki farklı ihtiyaç sahibi insanların, yani Dünya Okulu’ndan mezun olacak seviyeye gelerek daha yüksek ‘mekân’lara layık olmuş bulunanlar (birinci grup) ile bu mekânlara geçme ‘liyakat’ini kazanamamış bulunanların (ikinci grubun), tekâmüllerine artık aynı ortamda devam etmeleri mümkün değildi ve mezun olanlar, yollarına yarı-süptil âleme geçerek devam ettiler ki, bir çatal ağzına (yol ayrımına) gelindiği günümüzde de aynı durum sözkonusudur. (255, 256)

İntikal (geçiş) anına, yüksek mekânlara henüz hazırlanamadan girecek olanlar, intikal devri kapandıktan sonra yine dünyada kalacaklar, gereken liyakati kazanıncaya kadar, az veya çok uzun bir süre boyunca eksik kalan taraflarını tamamlamak, yetiştirmek üzere, dünyanın yeni devresinde yaşayacaklardır: (256)

Dünya Okulu’ndan bu devrenin intikal devrinde mezun olamayanlar (ikinci grup) Dünya’nın yeni devresinin 60 bin yıl sonra gelecek inkılap günlerini beklemek ve o günlere hazırlanmak üzere sayısız ferdî, mâşerî sınavlar, mihnetler, mücadeleler, savaşlar, ölümler, cinayetler, hastalıklar, esaretler, hapishaneler, zindanlar, engizisyonlar, tımarhaneler, hastaneler, ıstıraplar, sıkıntılar, sefaletler, açlıklar, ağır hizmetler vs. içinde, kısacası dünya hayatının insan tekâmülünü hazırlayan ve her dünya devresi tarihi boyunca geçirilmekte (yaşanmakta) olan bütün inkişaf malzemeleri içinde yaşamaya tekrar devam edeceklerdir. (292)

Ancak bu mezun olamayanlar arasından, yani kendilerini yetiştiremedikleri için, yeni dünya devresine kalmış olanlar arasından, inkişaflarında büyük bir hız alıp, vazife plânına hızla hazırlanabilmiş olanlar bulunursa, bunlar 5- 10 ‘bedenlenme’den sonra, yani 8-10 yüzyıl süresinde yukarıdan kendilerine –liyakatlerine göre– verilecek ‘vazife’lerini yapabildikleri takdirde (vazife plânına geçebilmek için mutlaka bir vazifeyi ifa etmek şarttır) yeni devrenin inkılap zamanını (60 bin yıl sonrasını) beklemeden, geçmiş dünya inkılâbı sırasında yüksek plânlara giden diğer mutlu insanların bulundukları yerlere ulaşmak üzere, Dünya Okulu’nu tamamen terk edip gidebileceklerdir. (292)

Her dünya devresinin sonundaki inkı lap devrinde, o inkılabın bir öncüsü ve genellikle doğal bir karakteristiği (özelliği), bir icabı olarak bir yozlaşma görülür. (250, 253) Dünya bir büyük inkılâba daha, bir intikal gününe daha yaklaşmaktadır ki, dünyanın bu inkılâbı her devrede olduğu gibi, dengesinin önce bozulması, sonra yeniden kurulması şeklinde olacaktır. (255) Düalite prensibi, Kutupların ve eksenin değişmesi

Devrenin kapanışı

Dünyanın dengesinin bozulmasına yörüngesinden ayrılıp Güneş Sistemi’ne doğru yaklaşan bir gezegenin ‘manyetik alan’ının tesirleri yol açacaktır. (299) Misafir gezegen. Bu gezegen Güneş’e sürekli olarak yaklaşmaktadır ki, bundan hemen hemen 50, 60 yıl sonra (2009-2019 arasında) bu gezegenin manyetik alanı, Güneş Sistemi’nin manyetik alanı ile direkt temas hâline gelmiş bulunacaktır: (299) Kutuplar kayma hareketine ilk olarak, misafir gezegenin Güneş Sistemi’mize gelecek bu ilk direkt tesirleriyle (manyetik alanların ilk direkt teması sırasındaki tesirleriyle) başlamış olacaktır. (299) Güneş Sistemi’ne gezegenden gelen tesirin en şiddetli, sarsıcı sonuç ve reaksiyonları Dünya küresinde görülecektir. (299)

Yakın olan bu devre kapanışının ilk alâmetleri denilebilecek bazı basit olaylar, hâlen (1959 yılında) başlamış bulunmaktadır. (279) Bunlar, insanlar nazarı nda henüz güçlü mânâlar ifade etmeyen, kör tabiat güçlerine bağlı, gelip geçici arızalardan ibaret sanılan bazı atmosfer değişiklikleridir. (279) Bu tür alışılmamış, olağandışı hâller, önceleri sinsi şekilde (mânâları pek fark edilmeyecek ve insanları pek meşgul etmeyecek güçte) olacak, sonraları gittikçe artacak ve yavaş yavaş, delâlet ettikleri yüksek manaları daha güçlü hissettirmek üzere, durmadan devam edeceklerdir: (279, 280)

Alışılmamış, olağandışı tabiat olayları dünyada aşağı yukarı 40, 50 yıl boyunca (2009’a dek) daima ilerleme gösterecek bir şekilde olmakla birlikte, insanlar tarafından hakiki mânâlarına nüfuz edilebilmelerine pek yeterli gelecek kudrette olmamak üzere, sinsi sinsi devam edeceklerdir. (280) Bununla birlikte bunlar, daha ileri safhalara hazırlayıcı mahiyette bir tedriç (derece derece, yavaş yavaş ilerleme) izlerken, şiddetlerini de gittikçe arttıracaklardır. (280)

Yaklaşık 50 yıl sonra (2009 sonrasında) olaylar kendilerini daha fazla hissettirmeye başlayacak ve insanları –daha doğrusu kendilerini lüzumu derecesinde hazırlayamamış olanları– çok rahatsız edici, korkutucu, zahmet ve ıstıraplar içinde bırakıcı karakterler almaya başlayacaklardır. (280) Bununla birlikte, bunlar da yine hakiki mânâlarını insanlara empoze edecek derecede şiddetlenmemiş olacağından, insanların bir kısmı bu olayların hakiki mânâlarını anlamaktan uzak kalacak, sadece büyük bir şaşkınlık içinde, ne olduğunu, neye uğradığını bilmeyecektir. (280)

Bu hâller çoğalarak 100’üncü yıla (2059 yılına) kadar devam edecek, 100’üncü yıldan sonra olaylar ve dünyada başlayan değişiklikler, insanlara kendilerinin hakiki mahiyetleri ve delâletleri hakkında bazı mânâlar verecektir. (281)

Dünya inkılâbının son anına doğru (“birkaç gün sürecek nihai safha”nın başlangıcına doğru) bütün tabiat olayları şiddetlenecektir. (284) Dünyanın “nihai safha”sındaki olaylar, yani kıtaların batış anları ve kıyamet; kutupların “nihai safha” noktalarına (kuzeyde, kuzey kutup dairesi ile 100’üncü meridyenin kesiştiği noktaya, güneyde ise güney kutup dairesi ile 80’inci meridyenin kesiştiği noktaya) geldiği andan itibaren birdenbire başlayacak, birkaç gün devam edecek ve nihayet birkaç saat içinde tamamlanacak olan, kutupların birbirlerinin yerini almaları sırasındaki, yani kuzey kutbunun güneye kayarak güney kutbunun yerini alması ve buna karşılık güney kutbunun da kuzey kutbunun yerine çıkması sırasındaki (diğer deyişle Dünya küresinin tepesi üstü gelmesi sırasındaki) büyük denge bozukluklarına tekabül edecektir (denge bozuklukları esnasında olacaktır). (304- 305, 286)

Bu kargaşada insanların çoğu, kendi ihtiyaçlarına cevap verecek bir âleme gidecek, oluşmaya başlayan yeni dünya şartlarında yaşama mukadderiyle yüklü, az miktardaki sağ kalanlar ise, büyük felaketten arta kalmış kaya parçalarından oluşan adalar üzerinde mahsur kalacaktır. (286, 287, 294) Dünya batarken, karmakarışık olan denizlerin dibinden büyük kara parçaları yükselecek ve bunlar yeni dünya devresinin kıtalarını oluşturacaktır. (286)

İnkılap ve intikal devri

Yeni Dünya devresi

Dünya devresi

Mu devresi

Dünya Okulu

İnsanlık hayatı

İnsanlık safhası

İnsan-altı kademeleri